top of page

ERENKÖY LALEZAR GAZİNOSU


Taksim’deki Lalezar Gazinosu değil.

Erenköy Lalezar Gazinosu…

Fotoğrafçılık yapan Şinasi Enişte ve üç arkadaşı, Suadiye’de, Erenköy Lalezar Gazinosu’nu açmışlardı.

Bu yazlık mekân, hem plaj ve kafeterya, hem de gazino olarak çalışacaktı.

Bu iş yerinde hem Müdür, hem de Memur olarak çalışacak birine ihtiyaç vardı. O kişi neden ben olmayayım?

Eşimin küçük halası olan Mihriban Hala’nın eşi Şinasi Enişte’nin teklifini kaçıramazdım.

1971-72 Ders Yılı sona ermiş, İstanbul’a gelmiştik. Geçen yaz yaşadığım “PAVYONLAR” fotoğrafçılığı, parasal sorunlarıma çare olmuştu, ama önemli sorunlar da yaşatmıştı. Yeni iş teklifini Mehmet Enişte’ye söylediğimde, benim adıma o da sevindi. Başka bir fotoğrafçı bulmak, onun için sorun değildi. Buna da ben sevindim ve kendisine teşekkür ettim.


Şinasi Enişte, Mihriban Hala, Eşim Ümran ve ben, Mayıs sonlarında bir Pazar günü Erenköy’deydik.

Bağdat Caddesinin sağında bulunan Galip Paşa Camii’nden iki sokak sonra, Abdülkadir Noyan Sokak gelir. Bu sokağa girip denize doğru yürüdüğünüzde, sokağın sonunda solda, Erenköy Lalezar Gazinosu…

Denize sıfır olan Lalezar Gazino’sunun küçük bir iskelesi, plaj kabinleri ve duşları ile bir kademe yukarıda küçük bir kafeterya vardı. Geri plândaki alan “gazino” olarak düzenlenmiş, en arka plâna da, yönetim odası, sanatçılar için soyunma odaları ve mutfak eklenmişti. Gişe ve gazinonun giriş kapısı da bu taraftaydı.

Plaj, üyelik esasına göre çalışacak, duruma göre, kafeteryaya gelecek olanlarla, sanatçılar ve konuklar da plajdan yararlanabileceklerdi.

Gazinoya giriş biletli olacak, müşteri, yediklerinin ve içtiklerinin bedelini ayrıca ödeyecekti.

Ben, gündüzleri plajla ilgilenecek, geceleri gişede duracaktım. Sanatçılara yapılacak ödemelerle ilgili hesapları da ben tutacaktım.

Plaj için üyelik kartları bastırarak işe başladım. İlk üyeler, yakın çevrenin hanımları ve kızlarıydı. Daha sonra öğrendim ki, burası önceki yıllarda da plaj olarak kullanılmıştı. Bu nedenle de gelen hanımlar, evlerindeymiş gibi davranıyorlar, o yılların tertemiz denizinde, günlerini gün ediyorlardı.

Ben de gündüzleri, mayo ve üzerimde bir gömlekle dolaşıyor, fırsat buldukça denize giriyordum.

İlk günler sakin geçti. Ama gazinonun açılışı yaklaştıkça hareket giderek yoğunlaştı.

Kadıköy Belediyesi’ne başvuruda bulunarak, bilet koçanlarını aldım. Bu işlemi daha sonra da, haftada en az iki kez yineleyecektim.

Garsonlar, komiler, aşçılar, temizlikçiler ve as solistin altındaki sanatçılar birer ikişer geliyorlar; Sanatçılar, sahnede provalar yapıyorlardı.

Ben, her sabah saat 7’de Zeytinburnu’ndan yola çıkıyor, saat 9’dan önce iş yerinde oluyordum. Sonraki günlerde bana, kayınbabam da eşlik etmeye başladı. O, gazinonun mutfak gereksinimlerini karşılamakla görevlendirilmişti. Alışverişi halden yapıyor, aldıklarını bir kamyonete yükleyerek gazinoya getiriyordu. Dönüşümüz, gecenin geç saatlerinde oluyor, bazı geceler yazıhanede yatıyorduk.

Ancak, bu yolculuklar uzun sürmedi. Şinasi Enişte, Kızıltoprak’ta bir daire kiraladı. Mihriban Hala ile birlikte eşim de gelince, dünyalar bizim oldu. Yolculuklar devreden çıkınca, işlerimiz kolaylaşmıştı. Özellikle hanımlarımız için, renkli geceler başlıyordu. Sahneye en yakın yerde kurulan masada yemeler, içmeler ve de Türkiye’nin en gözde sanatçılarını çok yakından izlemeler…


Açılış günü, giderek yaklaşıyordu. Kokteyl için davetiyeler bastırılmış, dağıtım başlamıştı.

O yıllarda İstanbul’da yaşamakta olan arkadaşlarıma ve tanıdıklarıma ulaştım ve Açılış Kokteyline, arkadaşlarım Kazım, Şakir ve köylümüz Necati Ağabey katıldılar.

Kokteylden sonra ”Gazino Programı “ başlayacaktı.


Afişler bastırılarak, başta Kadıköy olmak üzere, İstanbul’un dört bir yanına dağıtılmış,

Gazetelere tam sayfa ilânlar verilmişti.

“ERENKÖY LALEZAR GAZİNOSU İFTİHARLA SUNAR:

GÖNÜL YAZAR…”

Evet… Gönül Yazar’ın TAŞ BEBEK olduğu yıllar…

Sahnede bülbüller gibi şakıyan, kahkahaları ile gönülleri titreten bir taş bebek…


O’nun altında Göksel ARSOY… Beyaz perdenin unutulmaz yakışıklısı… Bestekâr Yesari Asım ARSOY’un genlerini taşıyan; Sâdettin Kaynak’ın “Enginde Yavaş Yavaş” adlı şarkısıyla sahneye çıkan, kadife sesli sanatçı… Bir başka deyişle Altın Çocuk…


İlerleyen günlerde, soyunma odaları sanatçılara yetmeyince, gazino’nun girişine bir karavan koymuş, burayı yazıhane olarak kullanmaya başlamıştık. Hafta sonlarında yapılan Kadınlar Matinesi için gelen Göksel Arsoy, zaman zaman yanıma geliyor, kendisiyle sohbet ediyorduk.


Aradan 40 yıl geçtikten sonra, Sayın Göksel Arsoy’u, internet ortamında aradım ve buldum. Gönderdiğim iletinin yanıtı şöyleydi:

“Rafet Bey, selâmlar! Seni çok iyi hatırlıyorum. Çok sempatik bir insansın. Dediğin gibi Lalezar’da sohbetlerimiz olmuştu. Kadınlar matinesinde bana yapılan çılgınlıkları unutmam mümkün değil. Sahneden indikten sonra, soyunma odama bile hücum etmeleri, beni zor durumlarda bırakıyordu. Güzel günlerdi! Hatırlattığın için teşekkürler!

Sevgiler!”


Ve Orhan BORAN… Özellikle o yıllarda, Gönül Yazar’ın peşinden ayrılmayan; yarattığı “YUKİ” ile radyolarımızı şenlendiren; fıkralarıyla bizleri kahkahalara boğan sanatçı… Her gece bir şişe viski ile gelip, yarısını programından önce, kalanını program aralarında ve sonunda yudumlayan adam…

Ve de yeni yeni parlamakta olan sanatçılar: Söylediği “Yağmur” şarkısıyla ünlenen, en iyi kadın “arabeskçi” Mine Koşan; Türk rock müziğinin ilk temsilcilerinden Erkut Taçkın; Ve adlarını anımsayamadığım sanatçılar…


Kadınlar Matinesi’nin bambaşka bir havası vardı. Börekleri, çörekleri, kurabiyeleri ve çay termoslarıyla gelen kadınlar, gönüllerince eğleniyorlar, özellikle Göksel Arsoy sahneye çıktığında kendilerinden geçiyor, ona dokunmaya çalışıyor ve onu çılgınca alkışlıyorlardı.

***

Erenköy sahilinde yalnız değildik. Bir de rakibimiz vardı.

Caddebostan Gazinosu…

Bizde, Gönül Yazar sahne aldığında, Caddebostan’da Behiye Aksoy programı başlamıştı.

Gazinomuz, her gece son masasına kadar doluyor, Gönül Yazar farkı apaçık ortaya çıkıyordu.

Yine de, rakibimizin durumunu merak ediyor, her gece Caddebostan’a gözlemci gönderiyorduk.

Bir gece, bu görevi yapmak bana düştü. Denize paralel olarak uzanan Hamiyet Yüceses Sokak ve devamındaki Yener Sokak ile Bağdat Caddesi’nden denize doğru inen Zincirli Köşk Sokak’ın kesiştiği yerde, Gazinomuzun ortaklarından Rafet Bey’in mekânı var. Kulüp 33… Burada biraz oyalanıyorum ve birkaç sokak ileride, Bağdat Caddesi’nden denize doğru inen Barlar Sokağı’na geldiğimde, denize doğru yöneliyorum. İşte Caddebostan Gazinosu’ndayım. Gezer gibi yaparak, dolu masaları sayıyorum.

Bir garson yanıma yaklaşıyor ve kulağıma eğilerek:

“İyi akşamlar Hocam! Nasıl, kaç masamız var?” diyor ve hemen ekliyor, ”Hocam, sizin gazinoda arkadaşlarım var. Bu nedenle sizi tanıyorum. Ancak başkaları tanımadan giderseniz, iyi olur.”

Teşekkür ediyorum ve oradan hemen ayrılıyorum.

***

Gişedeki görevim, Assolistin sahneye çıkacağı saatlere kadar sürüyordu. Bu saatten sonra kimse gelmediği için, gişeyi kapattıktan sonra, hesap durumunu gözden geçiriyor ve Assolisti izlemek üzere, kafeterya bölümüne geçiyordum.

Bir gece, Gönül Yazar şarkılarını sıralarken, elektrikler kesildi.

Bir ses sanatçısı, açık havada, mikrofonsuz şarkı söyler mi?

Adı “Gönül Yazar” ise söyler.

Hava rüzgârsız… Mehtap var… Ve mikrofonsuz şarkı söyleyen Gönül Yazar…

Her şarkının sonunda seyirci, sanatçıyı ayakta alkışlıyor… Hem de çılgıncasına…

Elektrikler biraz sonra geldi ve program aynı coşkuyla sürdü…

1972 Temmuzunda, tam otuz gece, Gönül Yazar’ı dinledim. Hiç bıkmadan ve de zevkle…

***

Gönül Yazar’dan sonra, nasıl bir program izleyecektik? Fısıltı gazeteleri çalışıyor, yeni sanatçı sır gibi saklanıyordu.

İşte bu günlerde, basında bir bomba patladı:

“ZEKİ MÜREN Kaçırıldı…”

Ankara Göl Gazinosu’nda sahne almakta olan Zeki MÜREN, programı bittiği gece kaçırılarak, İstanbul’a, bilinmeyen bir yere götürülmüştü.


Ve afişler, gazetelerde boy boy fotoğraflar:

“KARŞI YAKADA İLK DEFA!

ZEKİ MÜREN!”

Yıllardır bu işlerin içinde pişen, Erenköy Lalezar Gazinosu’nun ortakları Behlül Bey ile Metin Bey, gerekeni yapmışlar, Zeki Müren’i kapmışlardı.

Erenköy Lalezar Gazinosu’nda bayram havası esiyor, herkes çevresine gülücükler saçıyordu.

Zeki Müren demek, para demekti. Hem patronlar, hem de tüm çalışanlar için…


21 harika gece… Gişedeki işlerimi bitirir bitirmez kafeteryaya koşuyor, Zeki Müren’in şarkılarını iliklerime kadar duyumsayarak dinliyordum. Tüm seyirciler gibi…


Zeki Müren sahneye çıkmadan önce tüm servisler duruyor, çatal bıçak sesleri kesiliyor, seyirciler nefes bile almıyorlardı.

Zeki Müren sahneye çıkınca, kimin ne yapacağını O belirliyordu.

“Zahidem” okunduğunda, sinek uçsa duyulmayacak bir sessizlik yaşanıyor;

“Sevgimizin, Aşkımızın Üstünden” şarkısı ile “seyirciler korosu” programına başlıyor;

“Halime” ile birlikte herkes kalkıp oynuyor, Kadıköy sahilleri tümüyle şenleniyordu.


”Canlarım benim!” dediğinde, çığlıklar ve alkışlar tüm sahili çınlatıyor; Bu coşkuya, denizdeki motorlara doluşmuş beleşçilerle, komşu evlerdeki müzikseverler de katılıyorlardı.


Evet… 21 harika gece…

Zeki Müren’in saz heyetinde, o yıllarda henüz isim yapmamış olan Coşkun Sabah da vardı. Asu Maralman, Ateş Böcekleri Yalçın ve Ercan ile adlarını şu anda anımsayamadığım çok sayıda sanatçı, Zeki Müren’in alt kadrosunda yer almışlardı.


Bu arada, Caddebostan Gazinosu da boş durmamış, Zeki Müren’in karşısına, Emel SAYIN’ı çıkarmıştı. O yıllar, Emel Sayın’ın zirveye tırmandığı yıllardı, ama SANAT GÜNEŞİ ile yarışılmazdı.

***


Her işin, bir görünür yüzü, bir de mutfağı vardır.

Yukarıda anlattıklarım, Erenköy Lalezar Gazinosu’nun görünür yüzüydü. Özellikle bu tür işlerde, ortaklıkları yürütmek kolay değildir. Bu işin kurdu olan Behlül Bey ile Metin Bey için, bütün yollar Kadıköy iskelesine çıkıyordu. Bunu, ”Kulüp 33”ün sahibi Rafet Bey için de söylemek olası. Ancak, Şinasi Bey’in asıl mesleği fotoğrafçılıktı ve bu işlere yeni giriyordu.


Sonradan öğrendim ki, gişe ve mutfak işleriyle Şinasi Bey; müşteri masalarıyla Behlül Bey ve Metin Bey; plaj ve kafeterya işleriyle Rafet Bey ilgileniyordu. Ancak taraflar, olabildiğince birbirlerini denetliyorlardı.

Biletlerin yetmeyebileceği düşüncesiyle bazı akşamlar, gişeden verdiğim biletlerin bir kısmı, girişte yırtılmayıp, Metin Bey’in adamı tarafından sayılarak bana teslim ediliyordu. Ben de bu biletleri tekrar satıyordum.

Bir gece, hesaplar kesildikten sonra, bende bir miktar para kaldı. Ertesi gün bunu Şinasi Bey’e söylediğimde, ”Boş ver, at cebe.”dedi. ”Onların, masalardan neler vurdukları hiç belli değil.”


Ertesi yıl tekrar buluşmak üzere ayrılmıştık. Ama ”öküz öldü, ortaklık bozuldu” ve “rüya gibi bir yaz” yinelenmedi.

LALEZAR, en azından benim belleğimde, tatlı bir anı olarak kaldı.

05.09.2011

GÖKÇETEPE

NOT: Bugün ART’de, Zeki Müren ile Belgin Doruk’un başrollerini oynadığı “KIRIK PLAK” adlı filmi izledim. 1961 ya da 1962 yılında, Kırklareli Saray Sineması’nda bu filmi izlemiş, gözyaşlarım kurumadan, yeniden bilet alarak, devamındaki matinede de aynı duyguları yaşamıştım.


rafetseckin@hotmail.com


Comments


bottom of page